1907 yılında Çocuklar Evi ile uygulanmaya başlanan Montessori metodu, Maria Montessori tarafından geliştirilmiştir. İtalya’nın ilk kadın doktoru olan Montessori, metodunun temellerini zeka engelli çocuklarla yaptığı çalışmalarla oluşturmuştur. Elde ettiği başarılar sonucunda da bu yöntemi normal çocukların eğitiminde kullanmaya karar vermiştir. Bu metot çocukların tutum, ilgi ve davranışları rehberliğinde olgunluğa ulaşmıştır. Montessori metodu daha çok okul öncesi kurumlarında ve lise dahil olmak üzere tüm eğitim seviyelerinde uygulanmaktadır. Alzheimer hastalığı olan yetişkinlerde de kullanılmaya başlanmıştır.
Montessori metodu, öğrencileri gelişim düzeylerine göre sınıflamıştır:
0-14 ay bebek,
14-36 ay yürümeye başlayan çocuk,
3-6 yaş erken çocukluk,
6-9 yaş ilkokul ilk kademe,
9-12 yaş ilkokul ikinci kademe,
12-15 yaş ortaokul,
15-18 yaş lise.
Montessori sınıflarında bulunan çocuk sayısı farklı düzeyler için ortalama şu şekildedir: infant sınıfında 8 bebek, toddler sınıfında 15 çocuk, erken çocukluk sınıfında 30 çocuk, ilkokul sınıfında 30 çocuk, ortaöğretim sınıfında 30 çocuk.
30 kişilik bir Montessori anaokulu sınıfında farklı yaşların dengeli bir dağılımı olması gerekir. İlkokul düzeyine kadar her sınıfta bir Montessori rehberi ve bir Montessori asistanı bulunması gerekir. Yapılan seminerlerde anaokullarında uygulanan çocuk/öğretmen oranı katılımcılarca eleştirilmiştir ve bu çocuk sayısının fazla olduğu söylenmiştir. Bu eleştiriyi AMI eğitici eğitmeni Cheryl Ferreira şöyle yanıtlamıştır; “çocuk sayısı ne kadar fazla olursa öğretmen çocuğa o kadar az müdahale edecektir.” Bu yanıt Montessori rehberinin pasiflik özelliğinin önemini açıkça ifade etmektedir.
Çocuklar karma yaş şeklinde aynı sınıfta beraber eğitim görürler. Karma yaş eğitimi, sınıf içindeki küçük çocukların büyük çocukları çalışırken izlemesini ve böylece ileride yapacağı çalışmalar hakkında fikir edinmesini, hatta potansiyeline göre ileri derecedeki çalışmalara daha erken geçmesini sağlar. Büyük çocukların da küçük çocuklara yardım etmesini, onlara ders sunmasını ve böylece öğrendiklerini pekiştirmesini ve liderlik vasfını kazanmasını sağlar. Bir çocuğun bir çocuğa ders anlatması, iki tarafında daha iyi öğrenmesini sağlayabilmektedir.
Montessori metodunda karma yaş bireysel eğitimle uygulanabilmektedir. Günümüzde, çoğunlukla bir sınıftaki öğrencilerin aynı zamanda, aynı yöntemle, aynı konuyu öğrenebileceği düşünülerek grup eğitimi yapılmaktadır. Oysa öğrenmenin gerçekleşebilmesi için öğrenilecek konuya, öğrenenin yeteneği olması gerekir. Bir sınıftaki tüm öğrencilerin aynı yeteneğe sahip olduğunu düşünmek imkansızdır. Bu durum sonucunda ise bazı öğrenciler başarısız olarak görülmektedir. Bireysel eğitim çocuğun kendi hızında öğrenmesine olanak tanır. Montessori metodunda çocuk bir çalışma üzerinde uzmanlaşmadan diğer çalışmaya geçmez, böylece başarısızlık duygusunu yaşamamış olur.
Bireysel eğitim çocuğun ilgisine ve gelişimine göre olduğu için, anaokulu ve ilkokulun ilk aşamasında müfredat ve planlar uygulanmaz. İlkokul ikinci aşama, ortaokul ve lise düzeyinde ise eğitim yılı, rehberin temaları ve konuları belirlediği beş haftalık ana dönemlere ayrılır. Öğrenci çalışma planını kendi başına veya rehberle beraber yapar. Anaokulu ve ilkokul ilk aşamada rehber, her bir çocuğu gözlemleyerek bir sonraki çalışmaya hazır olup olmadığına karar verir. Rehberlerin en önemli özellikleri sessizlik, gözlem yeteneği, pasiflik ve sabırdır.
Montessori metodu çocuğun rehberliğini izleyen bir metottur. 0-18 yaş eğitiminin tümünde çocuğun kendi eğitimini yönlendirmesi, eğitim yaşantısı hakkında söz sahibi olması beklenir. Yetişkin çocuğun yaşamındaki ilk aylardan itibaren çocuğu kendini oluşturmaya çalışan bir sanatçı olarak görmeli ve onun bu oluşum sürecini gereksiz müdahalelerle sekteye uğratmadan gerekli olan ortamı hazırlamalı, seçimlerine ve ona saygı duymayı öğrenmelidir.
Montessori, çocuğun gelişmesine ilişkin kriterleri belirledikten sonra bu kriterlere uygun yöntem ve materyal geliştirmiştir. Montessori, çocukların özellikle hareket eğitimi, duyuların eğitimi ve dil eğitimi alanlarında gelişmelerini hedeflemiştir. Montessori’ye göre çocuk hareketlerinde serbest olmalı, her şey çocuğu rahatsız etmeyecek ve çocuğa uygun şekilde hazırlanmalıdır. Gerekirse öğretmen durumunu çocuğa göre ayarlayabilmelidir. Çocuğun eğitiminde hareket kadar önemli olan başka bir boyut, da duyuların eğitimidir. Materyallerin çocuğun biçim, renk, doku, tat, büyüklük vb. algılarına yönelik eğitiminde gerekli olduğunu savunmuştur. Bu programda duyumlara ilişkin kavramların geliştirilmesine ilişkin alıştırmalar büyük yer tutmaktadır.
Maria Montessoriye göre çocuk ruhsal embriyodur. Gizemli bir şekilde kendini oluşturmakta olan bu varlığın içsel ihtiyaçlarının, yetişkinlerin kendi beklentileri yüzünden kenara atılmaması gerektiğini anlatmıştır. Onun söylediği gibi, “çocuğa olan ilgimiz ‘ona bir şeyler öğretme’ hevesiyle değil, ama onun içinde yanan ve zeka denilen ışığın sürekli yanmasını hedefleyerek olmalıdır”. Montessori şöyle düşünür; çocuğun gelişimsel ihtiyaçları tümüyle ve sevgi ile karşılandığında yani çocuğun ihtiyaçları toplumun en büyük önceliği haline geldiğinde insanlar gerçek barışa ulaşacaktır.
Montessori, çoklu yaş grupları için hazırlanmış çevreler kavramı ile açıkladığı eğitim yaklaşımının, çocuğun doğal öğrenme eğilimine dayandığını ifade etmiştir. Hazırlanmış çevre, Montessori metoduna göre yetiştirilmiş öğretmenlerin rehberliğinde, özel olarak düzenlenmiş ve uyarıcı nitelikteki geliştirici materyallerden oluşur ve çocuğu kendi seçimleri ile öğrenme etkinliklerine katılmaya davet eder. Hazırlanmış çevre, rekabetin olmadığı, tasarlanmış materyallerin kullanımı yoluyla kendi kendine öğrenmeyi destekleyen çevredir. Bu çevrede yer alan farklı alanlar, hareket etme olanağı kadar pek çok farklı etkinliğe yer vermek içindir.
Montessori metodunda bebeklikten itibaren çocuğa saygı esastır. Bebeklerin büyük bir insan olmayı öğrenen küçük insanlar olduğunun hatırlanması gerekir. Bebekler kendi bakımlarıyla ilgili her etkinliğe katılmaya ihtiyaç duyarlar. Bunun anlamı meydana gelenin ne olduğu ve katılmaları istenenin ne olduğu hakkında onlarla konuşmaktır.
Maria Montessori’nin buluşları ve bu buluşlar sonucu ortaya koyduğu metot ebeveyn ve eğitimcilere her durumda yardımcı olabilecek önemli bir metottur. Onun izlediği yol inceleme ve anlama sonucunda bilgeliğe ulaşmaktır. Onun buluşları, sadece yeni doğmuş bebeklerin eğitimi ve bakımı üzerinde değil, ilkokuldan liseye kadar olan bütün dönem boyunca çocuk eğitiminde büyük bir devrimin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Montessori metodunda hazırlanmış çevre çocuğun özgürlüğüyle ve bağımsızlığıyla ilişkilendirilir. Çevre, çocuk tarafından maksimum bağımsız öğrenmeyi ve keşifte bulunmayı kolaylaştırmak için tasarlanır. Montessori çevrenin özgürlükle ilişkisini ise şöyle açıklar: “… çocuklara onların enerjisi ve fiziksel yetenekleri için, boyutlarına uygun bir çevre hazırlasalardı, çocuk özgür olabilecek ve eğitimsel problemlerin çözümüne doğru büyük bir adım atılmış olacaktı”.
Bu metotta gelişim dönemleri 6 yıllık periyotlara ayrılır. 0-3 ve 3-6 olarak ikiye ayrılan birinci evrede çocuk ruhsal embriyodur. Bu psiko-embriyonik aşamada çeşitli güçler birbirinden ayrı ve bağımsız olarak gelişir. Çocuk, ruhsal embriyo olarak açığa vuramasa da aktif bir ruhsal yasama sahiptir ve bu iç yasamı uzun bir sürede, gizlice bütünleyecektir.
Montessori psişik embriyo evresinde, fizyologların çocukların normal gelişimine ölçüt saydıkları üç büyük asamadan ikisinin hareketle ilgili olduğunu belirtir. Bu iki aşama yürüme ve konuşma işlevleridir. İnsan zekâsıyla yakından ilgili iki işlev, konuşmaya yarayan dil hareketi ile çalışmaya yarayan el hareketiyle birlikte ele alınır. Hatta insan çevresine elleriyle sahip olur. Oysa aile ve çevrede bu ihtiyaca boş verilir, çocuğu çevreleyen eşyalar yetişkinlere aittir. Zaten çocuğun hareketi rastgele değil, yetişkinin hareketlerine dayanmaktadır.
Montessori, eğitimcinin eğitimi ve kişiliği ile yakından ilgilenmiş ve eğitimcilerin sadece onun metotlarını kullanmalarını yeterli görmemiştir. Montessori metodunda eğitimci rolü, yeni bir zemine oturtulmuş ve eğitimciye pasiflik rolü verilmiştir. Montessori’ye göre, eğitimci, engelleri ortadan kaldıran, dolaylı yollardan bir otorite figürünü temsil eden ve çocuğun aktif olmasını sağlayan kişidir. Eğitimci, çocukla ilişkisini engelleyen zaaflarını yok etmek için, kararlı bir şekilde ve metotları da göz önüne alarak, kendini analiz etmelidir.
Çocuklar bireysel ya da küçük gruplarda kendinden yönetilen aktivitelerde yer alırken, Montessori öğretmeni sınıfta mütevazi bir yönetici rolü oynamaktadır. Çocuğun ihtiyaçlarını belirleyen, yardımcı olan, bilgiyi veren, terbiye eden, çocuğa malzemeyi öğreten ve kullanmayı gösteren, ortamı hazırlayan öğretmendir. Montessori yaklaşımında öğretmen, ortamı hazırlamaktan ve çocukların ortam ile ilişkiye geçmelerini sağlamaktan sorumludur. Montessori öğretmeni “rehber” adını alır. Öğretmenler çocukların kendi gelişimi için potansiyelini kullanma fırsatı tanır. Ayrıca hazırladığı çevrenin çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarına karşılık vermediği zaman değişmesini de sağlamak öğretmenin görevlerindendir. Öğretmenlerin kendi içinde de birbirileriyle ilişki kurup, bilgi aktarımı sağlaması gerekir.
Montessori programındaki önemli karakteristik öğeler şunlardır:
- Gerçek materyaller
- Ürün değil süreç odağı
- Rekabet yerine işbirliği
- Spontan etkinlikler
- Akran öğrenmesi
- Entellektüel gelişim için duyu- motor hazırlığı
- Doğal sosyal gelişim
- Gelişimsel ihtiyaçları desteklemek için biyolojik temeller
- Sorumlu özgürlük
- İçsel motivasyon
- Çocukların özerkliğini geliştirmek
- Yeteneğe dayalı başarıyı geliştirmek
Montessori programlarında öne çıkan özelliklerin işlevsellik ve esneklik olduğu söylenebilir. Esneklik özelliğinin ön plana çıkmasının nedeni bireysel farklıkları temel bir unsur olarak dikkate almasıdır. Evrensel olarak yaygın bir metot olduğu için programların belirlenmesinde etki unsurlarının ağırlığı konusunda net bir söz söylemek söz konusu değildir.
Montessori ders programı yüksek ölçüde alan, sıra ve belirgin etkinlik alanı ile bireyselleştirilmiştir. Bireyselleştirme, Montessori’de okumak için yazma metotlarını takip eden 6 yaş öncesinde bazı çocukların okuma ve yazmada ustalaşmasına neden olmaktadır. Tüm gün programlarındaki okul öncesi çocukları genellikle sabahları Montessori müfredatını ve de öğleden sonra fantezi oyunları kapsayan tipik çocuk bakımı oyunlarını görürler.
Montessori felsefesini yansıtan okul öncesi eğitim programı amaçlarını şöyle belirtir:
- Öğrenmeye karşı ilgi uyandırmak,
- Konsantrasyon kapasitesini geliştirmek,
- Çocuğun doğasındaki öz-disiplin ve bağımsızlığı desteklemek,
- Çevresindeki dünyayı keşfetmesine olanak sağlamak,
- Öğrenme becerilerinin temellerini atmak,
- Başkalarına ve çevresine saygı duyma bilincini geliştirmek.
Montessori felsefesinin temeli; çocuğun ileride olacağı kişiyi, potansiyel olarak içinde taşıdığı düşüncesidir. Çocuğun bedensel, entelektüel ve duygusal potansiyeline tam olarak ulaşması için özgürlüğe ihtiyacı vardır. Bununla birlikte bu özgürlük, düzen ve öz disiplin yoluyla erişilecek bir özgürlük olmalıdır.
Montessori’ye göre çocuk, içi yetişkinler tarafından doldurulacak boş bir kâse değildir. “Konsantre olabilme ve uzun süre yoğunlaşabilme, irade disiplini ve olumlu sosyal davranış, öğrenme hevesi ve düzenli düşünme, hissetme ve hareket etme” özelliklerine sahipti. Bu özellikler, Montessori’ye göre ruhsal açıdan sağlıklı yeni çocuğun özellikleridir.
Yonca Montessori Kreş – Deneyimleyerek Öğrenen Çocuklar Daha Fazla Bilgi
Facebook Comments